Bilgi ve teknolojiyle iyi şeyler yapabileceğiniz gibi çok kötü şeyler de yapabilirsiniz. Dünyanın geleceği bilginin ve teknolojinin
yalnız para kazanma aracı olmaktan çıkarılıp insana ve doğaya zarar vermeyecek şekilde kullanılmasına bağlıdır. Bugünkü şartlar altında bunun gerçekleşebilmesi gittikçe zorlaşmaktadır.
Amerika’da 1958 yılı katkı maddeleri ile ilgili yönetmelik (1958, The Delaney Clause of Food Additives Amendment), insan ve hayvanda kansere sebep olan herhangi bir katkı maddesinin gıdalar üzerinde kullanmasını yasaklar. Fakat Amerika’da gıda ve ilaçları kontrol ederek sağlığa zararlı olup olmadığı konusunda onay veren FDA üzerindeki politik baskılar nedeniyle kansere sebep olabilecek katkı maddelerinin gıdalarda az miktarlarda kullanılmasına izin vermektedir.
Barack Obama Beyaz Saray’ın bahçesinde organik gıda yetiştirmeye karar verirken organik gıdaların üretim şansını ileride yok edecek ve büyük sağlık problemlerine neden olacak olan GDO’lu ürünlerin yayılmasını destekleyen lobilerin isteklerine boyun eğiyordu.
Obama Ocak 2009’da biyoteknoloji firmaları ile dünyada büyük sağlık ve çevresel sorunlara yol açacak GDO’lu gıdaların yayılmasını savunan, biyoteknoloji firmalarının en sevdiği ve desteklediği Tom Vilsack’ı Ziraat Bakanı yaptı. Eğer insan ve çevre sağlığı söz konusuysa eski Iowa Valisi Tom Vilsack Ziraat Bakanlığı’na atılacak en son isimlerden biriydi. Tom Vilsack başta biyoteknoloji devi Monsanto olmak üzere hibrit ve GDO’lu tohum, ziraat ilaçları ve suni gübre üreten biyoteknoloji firmalarının en güvendiği ve sevdiği adamlardan biriydi. Biyoteknoloji firmaları kendi çıkarlarının yılmaz savunucusu olan Tom Vilsack’ı 2001 yılında senenin en başarılı valisi seçmişlerdi. Iowa ekonomisinde mısır yetiştiriciliği ve domuz çiftlikleri önemli rol oynar. Tom Vilsack, Amerika Ziraat Bakanı olur olmaz başta GDO’lu ürün olmak üzere biyoteknoloji firmalarının ürünlerininin global olarak pazarlanmasını daha çok teşvik edecekleri ve bu güne kadar Amerikan Ziraat Bakanlığı’nın bu konuda yeterli teşebbüsü göstermediği mesajlarını verir.
İnsanoğlu bugün geçmişte olmadığı kadar çok zehirlerle iç içe yaşamaktadır. Kurşun, arsenik, civa, alüminyum, uranyum vs. Dünya inanılmaz oranda hızla artan zehirli, toksik maddelerle çevrilirken bizim yediğimiz gıdalar ve ilaçlar da aynı hız ve çeşitlilikte çoğalarak zehir ve zararlı maddeler ihtiva etmektedir 4 binden fazla katkı maddesi 100 binden fazla kimyasal hergünde artıyor. Amerikada hükümet gıda işleyen fabrikaların % 95’ini denetleyememekte bu da halk sağlığı için büyük tehlike arzetmektedir. Amerikada her sene 76 milyon kişi gıda zehirlenmesinden hasta olmakta, binlerce kişi hastanelik olmakta ve bu yüzden yaklaşık 5000 kişi hayatını kaybetmektedir.
Dünyada senede 7 milyon kişi gıda ile ilgili zehirlenmelerden dolayı hayatını kaybediyor. Aslında hastalanmalara neden olup sonradan hayat kayıplarına sebep olanları hesaplarsanız gerçek sayı bunun çok üzerindedir Ayrıca dünyada her sene 6 milyondan fazla çocuk açlıktan hayatını kaybediyor. Türkiye’de gıda sektörünün % 70’i kayıt dışı üretim yapanların elindedir. Ankara Ticaret Odası’nın (Ekim, 2006) hazırlattığı bir rapora göre, Türkiye’de yılda tüketilen 1 milyon 200 bin ton civarında etin yarısının ya kaçak ya da kayıt dışı olduğu ortaya çıkıyor.
İnsanlarda bağımlılık yapacak şekilde hazır gıda üretriliyor.
Cipslerdeki tuzlar, kolalı içiceklerdeki şeker oranları……
Endüstriyel olarak işlenmiş gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin yanında, aşırı yağ, tuz ve şeker kullanılmaktadır. Atık gıdalar insanların beynindeki tat alma duyusuna göre dizayn edilmekte, insanları ihtiyacından fazla yemek tutkunu yapmak için lezzet oranları ayarlanmaktadır. İnsanlara yakacağından çok enerji yüklemekte, daha çok şeker-karbonhidat temeline bağlı bu enerji yağa dönüşmekte ve birçok hastalığı tetiklemektedir.
ABD’de çöpe giden 27 milyon ton gıdanın % 5’i günde 4 milyon kişiyi doyuracak kadardır. Yalnız ABD’de senede 30 milyar dolarlık gıda ziyan olmaktadır.Bazı kaynaklar ABD’de bu israfın senede 48 milyar dolar civarında olduğunu söylüyorlar.
Batılı uzmanlar, yalnız Amerika ve İngiltere’deki gıda israfı önlense dünyada 1 milyardan fazla açlık çeken insanın rahatlıkla doyurulabileceğini öngörürler.
2007 yılında tüm ulusların ürettiği silahlar için harcanan para 1 trilyon 347 milyar dolardır. ABD’deki her inek için verilen günlük 2,5 dolarlık sübvansiyon, Afrika’nın % 75’inin günlük geçiminden daha fazladır.
2007 yılında tüm ulusların ürettiği silahlar için harcanan para 1 trilyon 347 milyar dolardır. ABD’deki her inek için verilen günlük 2,5 dolarlık sübvansiyon, Afrika’nın % 75’inin günlük geçiminden daha fazladır.
Dünyadaki açlığın giderilmesi için dünyanın doğal dengesini bozacak, insan sağlığına büyük zararlar verecek GDO’lu üretime ihtiyaç yoktur. GDO’lu gıdaların da zararsız olduğu diğer büyük yalanlardan biridir. GDO’lu gıdaların tehlikesine, bilimsel deneylerden elde ettiği sonuçlara göre 1995 yılında ilk dikkat çeken bilim adamı Arpad Pusztai oldu. Önce tebrik edildi fakat dönemin Amerikan Başkanı Bill Clinton ile İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında geçen telefon görüşmesinden hemen sonra İskoçya Edinburgh şehrinde bulunan araştırma merkezindeki işinden kovuldu.
Gen teknolojisini ele geçiren güçler bunun doğuracağı sağlık sorunlarını örtbas ederek, bu teknolojinin tarımsal alandaki ürünlerinin ne kadar büyük bir güç olduğunu göstererek, buluşlarını patentleyerek, dünya gıda zinciri üzerinde tohumlardan başlayarak tekelleşmeye gitmeye başladılar. Bu da işin diğer tehlikeli
Gen teknolojisini ele geçiren güçler bunun doğuracağı sağlık sorunlarını örtbas ederek, bu teknolojinin tarımsal alandaki ürünlerinin ne kadar büyük bir güç olduğunu göstererek, buluşlarını patentleyerek, dünya gıda zinciri üzerinde tohumlardan başlayarak tekelleşmeye gitmeye başladılar. Bu da işin diğer tehlikeli
Amerika’da Sayıştay (Government Accountability Office/GAO) 2008 Raporu’na göre, gıda ve ilaçların kontrolünü yapmakla görevli FDA, Amerika’da hızla yaygınlaşan gıda firmalarının ürünlerinin kontrolünü yeteri şekilde yapamamakta, gıda etiketleri üzerindeki bilgilerin ne kadar sağlıklı olup olmadığı konusunda bile bir garanti verememektedir.
Amerika gibi milyonlarca çeşit gıdanın satıldığı yerde 2007 yılında yeni ürünlerin kontrolü için 130 kişinin görevlendirildiği, bu sayıda elamanların yeterli olunmadığı, 2002 ile 2007 yılları arasında 7,6 milyon adet yeni ürünün ülke dışından ithal edildiği bunun ancak % 1’nin biraz altında miktarın denetlenildiği belirtilir
Monsanto
Monsanto
Şimdi size bunun bir Hollywood korku filmi gibi kısa hikayesini anlatalım. Monsanto`nun iddiasına göre rBGH enjekte edilen inekler yüzde 30 daha fazla süt üretecekti. Geçimini bundan kazanan çiftçiler için azımsanmayacak miktardı. Üstelik Amerika Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) bu sütün sağlıklı olduğunu açıklamıştı. Fakat çiftçi ve tüketicilerin bilmediği, bu hormonun inekte IGF-1 adı verilen başka bir hormonu da arttığıydı. Bilim adamları hayvanlarda insülin benzeri bu büyüme faktörünün artmasının kansere yol açabileceğini söylüyordu. Bu hormon erkeklerde prostat kadınlarda meme kanserine neden oluyordu. Bu hormonu alan ineklerin sağlığının bozulmaya başlandığı görüldü. Yürümekte bile zorlanan bu hayvanları iyileştirmek içinse daha fazla antibiyotik verildi. 1990’ların sonunda antibiyotik kullanıcılarının % 70’i artık hayvanlardı! Bu tip et ve sütü tüketen insanlar da antibiyotiğe direnç göstermeye başlıyordu. Bilim en az iki yıl süren testler öngörürken, farelerde bile sadece 90 gün test edilmişti. Tüketici, farelerde lösemi ve tümörlere yol açan madde içeren kanserojen bir besin tükettiğini bilmiyordu ve FDA, Monsanto’ya “tamiri mümkün olmayan zarar” vereceği gerekçesiyle hükümet dışında kimsenin bu testin sonuçlarını görmesine izin vermedi. Oysa Kanadalı bilim adamları yaptıkları araştırmayla bu sütün insanlarda göğüs ve prostat kanserine yol açacağını açıkladı. Süt 1999’da Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yasaklandı.Kanada CBC televizyonunun iddiasına göre Monsanto yetkilisi rBGH’ın araştırılmadan satışı için Kanada sağlık yetkililerinden birine 1,2 milyon dolar rüşvet teklif etmişti. 1998’de FOX TV, rBGH skandalıyla ilgili bir dosya hazırladı fakat Monsanto’nun baskısı nedeniyle hiç yayınlayamadı, hazırlayanlarsa kovuldu. Bugün Amerika’da kadınlarda meme kanseri erkelerde ise prostat kanseri çok yüksek oranlardadır.
İnsanların tüketim sürüleri haline getirip onları acımasız şekilde sömüren bir düzen oluşturuldu.
İnsanların az düşünüyor, az okuyor, az biliyor fakat çok tüketip çok yiyor olması bu düzenin ipini elinde tutan bir avuç bölgesel ve küresel sermayeye daha çok para kazandırıyor.
Ekmek Çoğunlukla ekmek satışları bütün dünyada etiketsiz olduğu için alırken kimse en çok tüketilen temel gıda madesinin içeriğini bilmemektedir.Unu beyazlatıcılar….
yapılmadan kepeği içinde olarak üretilen ekmektir. Tam tahıl unu (Whole wheat flour) büyük bir besin kaynağıdır. Her bir tahıl tanesi üç bölümden oluşur:
1- Tohum kısmı (buğday özü, germ veya ruşeym denir) % 2 - 3 oranındadır. Omega 3 ve 6 yağları ile minerallerin (magnezyum, çinko, fosfor vs.) çoğu bu kısımdadır. özellikle antioksidan E vitamini kaynağıdır.
2-Unumsu öz (endosperm) buğdayın % 75 - 80’nini oluşturur. Bol miktarda nişasta içerir. Besin değeri yoktur.
3-Kepek. % 19 - 22 kısmını oluşturur. Vitaminlerin büyük kısmını, proteinlerin % 19’unu içerir. Kepek kısmında ise lif, mineraller ve protein bulunur
Tahılların tohum kısmı zengin bir protein, mineral, vitamin özellikle antioksidan E vitamini kaynağıdır. Kepek kısmında ise lif, mineraller ve protein bulunur. Beyaz un tohum ve kepekte bulunan tüm bu besleyici özelliklerden yoksundur. Modern un değirmenleri unu öğütürken aşırı ısınma nedeniyle unun besin değerlerinde kayıplara neden olur. Modern değirmenler buğdayın kepek ve tohum kısmını ayırıp sadece nişastalı bölümünü (unsu öz) çok ince çekererek, bazen de kimyasal ağartıcılar katarak beyaz un kullanımını
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nca 5 Mart 2008 tarihinde yürürlüğe giren ve Resmi Gazete'nin 26807 sayılı ekinde yayımlanan 'Türk Gıda Kodeksi, Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ'e göre imal edilmektedir.” der. Madde 4, a bendi, aynen şöyledir: Ekmek; buğday ununa su, tuz ve maya ilave edilip tekniğine uygun olarak yoğrulması, şekillendirilmesi, fermantasyona bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan üründür. Görüleceği üzere, ekmek yapımında su, tuz ve maya kullanılmaktadır. Bu resmi kararnameye göre ekmeklerde ek olarak bir katkı madde takviyesi söz konusu değildir.
Unu beyazlatıcılar…
Ekmekler başta olmak üzere makarna, kurabiye, bisküvi ve gofret gibi unlu mamullerde son yıllarda yaygın kullanılan bir diğer katkı maddesi de ‘suprex’tir. Una eklenen suyun dışarı sızmayarak ürünün hacminin korunmasını ve ekstra hacim almasını sağlar, pişirme süresini kısaltır, bayatlamayı geciktirir. Suprex başta mısır olmak üzere buğday, arpa, pirinç gibi taneli lifli besinlerden elde edilir. Genellikle Suprex imal eden şirketlerin web sayfalarında ürünlerimiz GDO’lu değil dense de eğer mısırdan elde edilmişse büyük olasılıkla GDO bulunuyor demektir. . Bu yağlara shortening (kısaltıcı) denilmesinin sebebi buğday unundan hamur yapılması sırasında oluşan uzun gluten liflerine kısa yapı vermeleridir. Bunlar bir takım katı yağlardan ibarettir en ucuzu ve yaygın kullanılanı domuz iç yağı ve kuyruk yağı (lard) olanıdır. Fırıncılığa has katı shortening’ler kısaca bitkisel shortening’ler de hidrojenle doyurulmuş şekilde katılaştırıldığından sağlığa zararlı trans yağ içerir.
Fruktoz
Hatta FDA’nın toksikoloji uzmanı Dr. Adrian Gross ABD Kongresine bizzat bu maddenin beyin tümörü ve kanser yaptığı konusunda rapor verdi (Bressler Report–FDA Report on Searle). İtalya’da ‘Ramazzini Vakfı’ bu konulardaki araştırmalarıyla meşhurdur. Bu vakıf adına Bolonya şehrinde kanser araştırmaları yürüten Dr. Morando Soffiritti yedi yıllık bir aspartam (Aspartame) araştırmasının sonuçlarını 2006 yılında yayınladı.
Araştırmalarda 1900 fareye devamlı diyet içecek verildi. Bir süre sonra farelerde lösemi, lenfonma ve diğer kanser türleri görüldü. Dr. Soffrittiaraştırma sonuçlarını 900 sayfalık bir raporla kamuoyuna duyurdu.
Bu araştırmaya destek veren bilim adamları aspartamın baş ağrısı, baş dönmesi, körlük gibi şikayetlere bir toksin olduğunu belirttiler. Amerika’da düşük kalorili diyet gıdalar ve içecekler olarak piyasaya sürülen çeşitli kolalı, kolasız içeceklerde, gazozlarda, bisküvi, pasta, kek gibi yiyeceklerde hatta sakızlarda aspartam: “% 40 aspartic asit, % 50 phenyl alanine ve % 10 oranında metanol (metil alkol-kimyasal alkol)” bulunur. Aspartam sıvı formda olduğundan bileşkelerinin kendi aralarında ayrışması mümkün olmaktadır. Aspartamın ihtiva ettiği tehlikeli bileşkeler özellikle sıcak ortamda daha kolay ayrışmaktadırlar. Sıvı içeceklerin sıcak ortamda bir yerden bir yere taşınırken, güneşe maruz yerlerde bulundurulması neticesinde ya da ısıtlarak, pişirilerek yapılan gıdalarda, çay, kakao, kahve gibi sıcak içeceklerin içine katılmasıyla aspartam içindeki zehirli bileşkelerin çözülmesi kolaylaşmaktadır. Hap şeklinde eczanelerde satılan, çeşitli markalarla pazarlanan sakarin türevi tatlandırıcıların bir kısmının içeriğinde 12-18 mg arası aspartam bulunmaktadır. Bu, sıcak (30 derece) çay ve kahve içine konulduğunda tehlikesi daha da artmaktadır.
Bu araştırmaya destek veren bilim adamları aspartamın baş ağrısı, baş dönmesi, körlük gibi şikayetlere bir toksin olduğunu belirttiler. Amerika’da düşük kalorili diyet gıdalar ve içecekler olarak piyasaya sürülen çeşitli kolalı, kolasız içeceklerde, gazozlarda, bisküvi, pasta, kek gibi yiyeceklerde hatta sakızlarda aspartam: “% 40 aspartic asit, % 50 phenyl alanine ve % 10 oranında metanol (metil alkol-kimyasal alkol)” bulunur. Aspartam sıvı formda olduğundan bileşkelerinin kendi aralarında ayrışması mümkün olmaktadır. Aspartamın ihtiva ettiği tehlikeli bileşkeler özellikle sıcak ortamda daha kolay ayrışmaktadırlar. Sıvı içeceklerin sıcak ortamda bir yerden bir yere taşınırken, güneşe maruz yerlerde bulundurulması neticesinde ya da ısıtlarak, pişirilerek yapılan gıdalarda, çay, kakao, kahve gibi sıcak içeceklerin içine katılmasıyla aspartam içindeki zehirli bileşkelerin çözülmesi kolaylaşmaktadır. Hap şeklinde eczanelerde satılan, çeşitli markalarla pazarlanan sakarin türevi tatlandırıcıların bir kısmının içeriğinde 12-18 mg arası aspartam bulunmaktadır. Bu, sıcak (30 derece) çay ve kahve içine konulduğunda tehlikesi daha da artmaktadır.
Amerika’da bu konuda yetkili olan FDA kriterlerinde neyin tam anlamıyla doğal olarak belirtilebileceğini açık olarak belirtmemiş olduğundan maalesef bu da özellikle işlenmiş gıda sektöründe çok geniş alanda kullanılan yüksek fruktoz şurubu gibi sentetik tatlandırıcı üreticilerinin çok işine gelmektedir. Bunun yanında FDA Nisan 2008’de yüksek fruktoz şurubunun (high-fructose corn syrup/HFCS) doğal olmadığını açıkladığında bu gurupların tepkisini almıştı.
FDA bu açıklamayı yaptıktan birkaç ay sonra bu tatlandırıcıdan büyük paralar kazanan grupların baskıları sonucu Temmuz 2008’de tekrar bir açıklama yaptı bu sefer kararı HFCS’nin doğal bir tatlandırıcı olduğu doğrultusundaydı.1-Şişmanlığa sebep olur.
FDA bu açıklamayı yaptıktan birkaç ay sonra bu tatlandırıcıdan büyük paralar kazanan grupların baskıları sonucu Temmuz 2008’de tekrar bir açıklama yaptı bu sefer kararı HFCS’nin doğal bir tatlandırıcı olduğu doğrultusundaydı.1-Şişmanlığa sebep olur.
2-Karaciğere zararlıdır. Fazla alkol alımı nasıl karaciğerde siroz yapıyorsa fazla miktarda kolalı içecekler de içinde bulunan tatlandırıcıların karaciğerde yağlanma yapması sonucu siroz hastalığını ve kanseri tetiklemektedir.
3-Dişlerde çürümeye neden olmaktadır.
4-Kronik böbrek hastalıklarına ve böbreklerde taş oluşumuna neden olmaktadır. Kolalı içkilerin içinde bulunan fosforik asit idrarı olumsuz yönde etkileyip böbrek taşı oluşumunu kolaylaştırır.
5-Diyabet (Şeker) hastalığını tetiklemektedir
6-İçindeki asit mide ekşimesine ve reflü oluşmasına sebep olur
7-Yine içinde bulunan fosforik asit kemiklerin zayıflamasına, kemik kırılganlığının artmasına (osteoporoz) neden olur.
8-Yüksek tansiyona sebep olur.
9-Kalp hastalıklarını tetikler.
10-Özellikle aç karnına içilen kolalı içkiler ülser hastalığına yakalanma şansını arttırır
Coca Cola, Pepsi başta olmak üzere kolalı meşrubatların ortalama asit (pH) değerleri 3,4 gibi oldukça yüksek bir orandadır. Bu yüksek asit değeri demirdeki pası bile söker ve belli bir süre kolalı içkiler içinde kalan kemikleri, dişleri eritecek kadar güçlüdür
Coca Cola, Pepsi başta olmak üzere kolalı meşrubatların ortalama asit (pH) değerleri 3,4 gibi oldukça yüksek bir orandadır. Bu yüksek asit değeri demirdeki pası bile söker ve belli bir süre kolalı içkiler içinde kalan kemikleri, dişleri eritecek kadar güçlüdür
Sodyum benzoat (Sodium benzoate) benzoik asitten elde edilir. Sodyum benzoat (E211) bu tip içeceklerin çoğunda, turşularda, soslarda, ürünün ve içeceğin kolayca bozulmaması, küflenmemesi için kullanılır. Sodyum benzoat, hücreleri ve hücrelerdeki DNA’yı tahrip etmekte, siroz, karaciğer ve Parkinson hastalıklarını tetiklemektedir.
İngiltere Sheffield Üniversitesi’nde meloküler biyoloji ve biyoteknoloji profesörü Peter Piper dünyada 100 milyar doların üzerinde pazarı olan gazlı içeceklerin çoğunda kullanılan sodyum benzoat konusunda çalışmalar yapmış ve 1999’da yayınlamıştı. Prof. Peter Piper sodyum benzoatı canlı maya hücreleri üzerinde denemiş ve hücrelerin DNA’sını bozduğunu tespit etmişti. Özellikle oksijen alıp enerji sağlayan, hücrenin merkez parçası mitokondiriyi tahrip ettiğini bunun sonucunda da erken yaşlanma, Parkinson, sinir sistemlerinin dejenarasyonu ve bozulması gibi hastalıkların tetiklediğine dikkat çekmiştir.
İngiliz Gıda Standartları Kurumu’nun Eylül 2007’de yayınladığı rapora göre sodyum benzoat (E211) ve öbür benzoat grupları (E210, E212, E213, E214, E215, E216, E217, E218, E219),
İngiliz Gıda Standartları Kurumu’nun Eylül 2007’de yayınladığı rapora göre sodyum benzoat (E211) ve öbür benzoat grupları (E210, E212, E213, E214, E215, E216, E217, E218, E219),
. Sodyum benzoat kullanıyorlar diye meşrubat firmalarını suçlamak yanlıştır çünkü onlar Dünya Sağlık Örgütü (WHO),
Amerika’da FDA,Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (European Food Safety Agency/EFSA) ve
İngiltere’de Gıda Standartları Kurumu (Food Standart Agency/FSA) gibi kurumların verdiği onaylar sonucu bu katkı maddesini kullanmaktadırlar.
Mesela Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2000 yılında bu maddenin belli oranlarda kullanımının güvenli olduğunu fakat bilimin bu maddenin güvenli olduğu konusundaki bilimsel buluntuların da oldukça kısıtlı olduğunu belirtmişti.
Coca Cola firması sodyum benzoatı İngiltere’de sattıkları bütün diyet kolalardan 2008 yazı sonunda çıkaracakları sözünü verir.
Son yıllarda enerji içececeği (energy drink) diye pazarlanan gazlı meşrubatlar da bir tek şişede 22 çay kaşığı şeker ihtiva etmektedir.[20]
İngiltere’de sandviç zinciri olan Pret A Manger kendi adına ürettirdiği meşrubatlarda 2003 yılından beri sodyum benzoat kullanmamakta onun yerine ısı tatbik edilen (heat treatment) metot kullanmaktadır fakat bu işlem % 50’den fazla maliyeti arttırmaktadır.[21] İşte diğer bir sorun da buradadır, 100 milyar dolar üzerinde pazarı olan ve büyük rekabetin yaşandığı meşrubat pazarında, kimse büyük şirketlerden insan sağlığını düşünerek kazançlarından milyarlarca dolarlık fedakarlık yapacaklarını düşünmesin
‘Herhangi bir politikacı veya bilim adamı bu
ürünlerin (GDO) güvenli olduğunu söylüyorsa
ya geri zekalıdır ya da bilerek yalan konuşuyordur.’
Prof. David Suzuki (Gen Bilimci)
Doğanın Temel yapı taşları ile oyanadığınızda doğa sizi cezalandırıyor tohum da sizin tohumunuzu bozuyor.
Ticari olarak en çok üretimi yapılan Bacillus thuringiensis’ten gen aktarılan transgenik, zararlılara dayanıkılı bitkiler) Bacillus thuringiensis bakterisinden izole edilen Bt endotoksin geni ve Streptomyceses hygroscopicus bakterisinden izole edilen bar geni transfer edilmiştir. Bt geni bitkilere aktarıldığında bazı böceklere toksik olan bir protein üreterek bitkileri böceklere dayanıklı hale getirmektedir
1998 yılında olacaktı. Üç tane yayınlanmış bilimsel kitabı, 270’in üzerinde bilimsel makalesi bulunan İskoçya’da Aberdeen Universtitesi’ne bağlı Rowett Research Institute’de araştırmacı olarak görev yapan, Macaristan doğumlu, ünlü bilim adamı Arpad Pusztai genleri ile oynanmış gıdaların fareler üzerinde yaptığı deneyler olumsuz sonuçlar göstermiş, genleri değiştirilmiş patatesle beslenen bir grup fare doğal patates ile beslenen farelerden farklı olarak sindirim sistemlerinde bozukluk göstermişlerdir. Arpad Pusztai de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmanın bir insanlık görevi olduğunu düşünmüştü.13 Haziran 1998’de BBC’nin haber programında duyulması üzerine (10 Ağustos 1998, The World in Action) toplumda bu gıdalarla ilgili bir bilgi ve tepki ilk defa oluşmuştu.Dr. Arpad Pusztai: “GDO’lu ürünlerin güvenli olduğu söylenebilir fakat benim seçimim olsa GDO’lu ürünlerden yemem.” demişti. Dr. Pusztai’nin çalıştığı enstitünün başkanı Philip James, BBC’deki açıklamadan sonra bizzat telefon ederek Dr. Pusztai’yi buluşundan dolayı kutlamıştı.Fakat maalesef büyük güçler hemen devreye girdi ve birden rüzgarlar bilim adamı Arpad Pusztai’ye karşı esmeye başladı.
Rus araştırmacı İrina Ermakova 2005 yılında GDO’lu soya ile fareler üzerinde bir deney yapar. Dişi fareleri çiftleşmeden iki hafta önce ve hamilelikleri sırasında gruplara ayırarak; bir gurubunu Monsanto’nun ürettiği GDO’lu soya, diğer gurubunu GDO’suz soya ve son gurubu da soya ihtiva etmeyen gıda ile besler. Bu deney sonucunda hamile farelerden doğan yavru farelelerin 3 hafta sonra GDO’lu soya ile beslenenlerin yavrularının % 56’sı ölürken GDO’suz soya ile beslenenlerin yalnız % 9’u ve soya olmayan gıdayla beslenelerin de % 7’si ölür. GDOLU BİSKÜVİYİ YEMİYOIRLAR DOĞALI ÖNE YİYORLAR AÇ KALINCA GDO YİYOR.
PATENTLER YOLUYLA GIDA ZİNCİRİ TEKELİNİ ELE GEÇİRME. ZARARLARI UMURLARINDA DEĞİL POLEN UÇUSU İLE KİRLETME , BİYOÇEŞİTLİLİĞİ YOK ETME
TERMİNATOR
NANO TEKNOLOJİ metrenin 1 milyarda biri ölçüsündeki uzunluğu temsil ediyor. İnsan saç telinin çapı yaklaşık 50-80 bin nanometredir DNA melokülünün ise 2,5 nanometre
NANO TEKNOLOJİ metrenin 1 milyarda biri ölçüsündeki uzunluğu temsil ediyor. İnsan saç telinin çapı yaklaşık 50-80 bin nanometredir DNA melokülünün ise 2,5 nanometre
. Kısacası önüne geldiği kelimeyi milyara bölen, milyarlarca küçültülmüş birimleri ifade eden bir kavramdır. Meloküler üretim olarak da adlandırılabilinir.
Nanoteknoloji başta silah, bilgisayar, kimya, tekstil, ilaç, gıda olmak üzere oldukça farklı sektörlerde uygulanabilinmektedir. Nano Yunanca’dan ve Latince’den alınmış bir sözcüktür. Anlamı cüce demektir. Ayrıca kısaltma olarak milyarda bir anlamında da Bakteri üretmeyen gıda mamulleri ve materyaller, ışık hızında çalışan bilgisayarlar, kendi kendini temizleyen boya malzemeleri, sıcağı soğu geçirmeyen tekstil ürünleri ve değişik malzemeler…kullanılır.Nanoteknoloji denilence ilk akla gelen nano ölçek seviyesinde nanomateryallerdir.
Nanoteknoloji bugün gıda sektöründe hem gıda paketlemesinde hem de direkt gıda da kullanılmaktadır. Nanoteknolojinin 21 milyar dolarlık pazarı olan besin ve diyet takviyesi (minareller, vitaminler…) olarak kullanılmaya başlanması; zararları hakkında yeterli araştırma ve deneyler yapılmadığı, kullanılacak doz oranları belirlenmediği, yan etkileri doğru dürüst bilinmediği ve pazara çıkmadan önce testlerinin yeterli şekilde yapılmadığı için büyük risk taşımaktadır
Bu teknoloji, bazı ülkelerde yiyeceklerin raf ömrünü uzatmada, bakterilerden arındırmada, güzel koku salmasında kullanılmaya başlandı. Fakat kamuoyu tarafından tepki çekebilir korkusuyla henüz açıklanmıyor. GDO’lu gıdalar gibi tepki çekilmesinden korkuluyor. Nanoteknolojinin gıda üzerindeki zararları henüz tam olarak test edilmediğinden nanoteknolojinin gıda alanında nasıl kullanaılacağı konusunda da genel kabul görmüş bir regulasyon yok. Bu da işin ayrı riskli tarafıdır.
Dünyada ilk defa Kanada hükümeti, nanoteknoloji firmalarından nanoteknolojik ürünlerin içindeki nanomateryallerin detaylarını belirtme zorunluluğunu getiren ülke olacak (Şubat 2010) Amerika’da 2008 yılında halkın % 49’u nanoteknoloji konusunda hiçbir şey duymadıklarını (bilmediklerini.= Nanoteknoloji bugün gıda sektöründe hem gıda paketlemesinde hem de direkt gıda da kullanılmaktadır. Nanoteknolojinin 21 milyar dolarlık pazarı olan besin ve diyet takviyesi (minareller, vitaminler…) olarak kullanılmaya başlanması; zararları hakkında yeterli araştırma ve deneyler yapılmadığı, kullanılacak doz oranları belirlenmediği, yan etkileri doğru dürüst bilinmediği ve pazara çıkmadan önce testlerinin yeterli şekilde yapılmadığı için büyük risk taşımaktadır.
Bu materyallerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda çalışmalara son on yılda hız verilmesine rağmen hala cevaplandırılması gereken birçok soru ve literatürde eksik noktalar mevcuttur. Birçok araştırmacı nanomateryallerin toksikolojik etkileri, alıcı ortamlara salınımları, taşınımları, karakterizasyonu, risk değerlendirilmesi konularında çalışmalara başlamış ve halen devam etmektedir. Güneş kremleri başta olmak üzere 300’den fazla nanomateryal içeren ürünler marketlerde yer almaktadır.
(EPA, 2007) Avrupa Birliği Komisyonu Gıda Güvenliği Dairesi (European Commission the European Food Safety Authority/EFSA), kendi bilim heyetinden nanoteknolojinin gıdadaki potensiyel tehlikeleri konusunda araştırma yapmalarını istedi. Araştırma yapıldı ve 2009 yılında yayınlanan raporda hiç doyurucu bir sonuç elde edilemedi. Sonuç olarak bu raporda; bu alandaki çalışmaların oldukça yeni olduğu, yeterli bilgilere sahip olunmadığı, bu şartlar altında nanoteknolojinin getirdiği riskler belirsizlik içinde olduğu ifade edilerek elle tutulur bir açıklama getirilmediğinden ABD Kanser Önleme Birliği (Cancer Prevention Coalition) Başkanıve Illinois Üniversitesi Prefoserü Dr. Samuel S. Epstein son yıllarda kozmetik ürünlerin içinde özellikle kırışıklıkları giderici kremlerde kullanılan nanoparçacıkların insan sağlığı için çok tehlikeli olduklarını öne sürüyor. Dr. Epstein, ürünlerin içindeki maddelerin ultra-mikroskobik seviyelerde ufaltılıp nano parçacıklar seviyesine getirildiğinde bu maddelerin diğer maddelere oranla deriden kana, oradan vücudun bütün organlarına kolayca sızabileceğine dikkat çekiyor.”
Nanoteknoloji bugün gıda sektöründe hem gıda paketlemesinde hem de direkt gıda da kullanılmaktadır. Nanoteknolojinin 21 milyar dolarlık pazarı olan besin ve diyet takviyesi (minareller, vitaminler…) olarak kullanılmaya başlanması; zararları hakkında yeterli araştırma ve deneyler yapılmadığı, kullanılacak doz oranları belirlenmediği, yan etkileri doğru dürüst bilinmediği ve pazara çıkmadan önce testlerinin yeterli şekilde yapılmadığı için büyük risk taşımaktadır
Bu teknoloji, bazı ülkelerde yiyeceklerin raf ömrünü uzatmada, bakterilerden arındırmada, güzel koku salmasında kullanılmaya başlandı. Fakat kamuoyu tarafından tepki çekebilir korkusuyla henüz açıklanmıyor. GDO’lu gıdalar gibi tepki çekilmesinden korkuluyor. Nanoteknolojinin gıda üzerindeki zararları henüz tam olarak test edilmediğinden nanoteknolojinin gıda alanında nasıl kullanaılacağı konusunda da genel kabul görmüş bir regulasyon yok. Bu da işin ayrı riskli tarafıdır.
Dünyada ilk defa Kanada hükümeti, nanoteknoloji firmalarından nanoteknolojik ürünlerin içindeki nanomateryallerin detaylarını belirtme zorunluluğunu getiren ülke olacak (Şubat 2010) Amerika’da 2008 yılında halkın % 49’u nanoteknoloji konusunda hiçbir şey duymadıklarını (bilmediklerini.= Nanoteknoloji bugün gıda sektöründe hem gıda paketlemesinde hem de direkt gıda da kullanılmaktadır. Nanoteknolojinin 21 milyar dolarlık pazarı olan besin ve diyet takviyesi (minareller, vitaminler…) olarak kullanılmaya başlanması; zararları hakkında yeterli araştırma ve deneyler yapılmadığı, kullanılacak doz oranları belirlenmediği, yan etkileri doğru dürüst bilinmediği ve pazara çıkmadan önce testlerinin yeterli şekilde yapılmadığı için büyük risk taşımaktadır.
Bu materyallerin insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda çalışmalara son on yılda hız verilmesine rağmen hala cevaplandırılması gereken birçok soru ve literatürde eksik noktalar mevcuttur. Birçok araştırmacı nanomateryallerin toksikolojik etkileri, alıcı ortamlara salınımları, taşınımları, karakterizasyonu, risk değerlendirilmesi konularında çalışmalara başlamış ve halen devam etmektedir. Güneş kremleri başta olmak üzere 300’den fazla nanomateryal içeren ürünler marketlerde yer almaktadır.
(EPA, 2007) Avrupa Birliği Komisyonu Gıda Güvenliği Dairesi (European Commission the European Food Safety Authority/EFSA), kendi bilim heyetinden nanoteknolojinin gıdadaki potensiyel tehlikeleri konusunda araştırma yapmalarını istedi. Araştırma yapıldı ve 2009 yılında yayınlanan raporda hiç doyurucu bir sonuç elde edilemedi. Sonuç olarak bu raporda; bu alandaki çalışmaların oldukça yeni olduğu, yeterli bilgilere sahip olunmadığı, bu şartlar altında nanoteknolojinin getirdiği riskler belirsizlik içinde olduğu ifade edilerek elle tutulur bir açıklama getirilmediğinden ABD Kanser Önleme Birliği (Cancer Prevention Coalition) Başkanıve Illinois Üniversitesi Prefoserü Dr. Samuel S. Epstein son yıllarda kozmetik ürünlerin içinde özellikle kırışıklıkları giderici kremlerde kullanılan nanoparçacıkların insan sağlığı için çok tehlikeli olduklarını öne sürüyor. Dr. Epstein, ürünlerin içindeki maddelerin ultra-mikroskobik seviyelerde ufaltılıp nano parçacıklar seviyesine getirildiğinde bu maddelerin diğer maddelere oranla deriden kana, oradan vücudun bütün organlarına kolayca sızabileceğine dikkat çekiyor.”
Marketlerde hazır köfteler kıymalar soya kıyması konuluyor GDO Bal fruktoz da bal esansı konularak üretiliyor Peynir enzimleri sorunlu
Teflon tavada Mikrodalga fırında Pazterüze sütte fazla bir gıda yok