Türk tarımı bir taraftan içerden bilinçsiz basiretsiz, teslimiyetçi politikalarla diğer taraftan da dışarıdan yapılan baskılarla yok edilmeye çalışılmaktadır. İşin en kötü tarafı içeriden hiçbir politik ve bürokratik irade bu kötü gidişe bir son verebilecek plan, program ile ortaya çıkmamaktadır. Batı 20 yıl sonranın gıda eğilimleri nasıl olacak diye araştırmalar yapıp raporlar hazırlarken, (1) biz bırakının Batı’nın gıdanın geleceği konusunda yazdığı bu raporları değerlendirmeleri kendi ülkemizde tarım ve gıdanın gelecek 10 yıl içinde nereye gideceği konusunda rapor hazırlamaktan bile aciziz. Tarımsal istatistiki verilerimiz bile doğru değil ve oldukça yanıltıcı.
Türk tarımının çöküşü 1980’lerde başlamıştır. 1980’lerde gündeme gelen özelleştirme 1994’den sonra hızlanmış özelleştirme uygulamaları ve politikaları sonucu Türk Tarımına can veren en önemli kurumlar ya tamamen özelleştirilmiş ya da kısmen özelleştirilerek resmen işlevsiz hale getirilmiştir. Batı elinde birikmiş tarımsal ürünleri eritebilmek ülkeleri Biyoemperyalizm yoluyla kendine bağımlı kılmak için Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin gıda güvenliğini kendilerine bağımlı kılmaya çalışıyor. Bundan dolayı tarımda büyük rol oynayan tarımı destekleyen büyük kamu-devlet kuruluşları özelleştirme adı altında güçlerinin kırılması esas hedeflerinden biri oldu bizde onlara yardımcı olduk.  Özellleştirme nedeni olarak  halka bunların devamlı zarar ettiği öne sürülüyordu fakat gerçekte  bunların hepsi ziyan etmediği gibi ziyan edenler hükümetlerin partizan politikaları nedeniyle içleri boşaltılarak, doğru işletilmeyerek zarar eder duruma sokuluyorlardı.
BU DURUMA NASIL GELDİK

2009 yılında yurtdışından gelen tarım ürünleri için 10 milyar dolar ödedik. Türkiye 2003 yılında ABD’den hiç buğday ithalatı yapmazken 2007 yılında $ 11.8 milyonluk buğday aldık. 2005 yılına kadar Türkiye hububat ihraç ederken bu yıldan itibaren hububat ithalatcısı oldu. 2008 yılında hububat ithalatının ihracata göre 2 milyar 100 milyon dolar gibi büyük bir açık verdiğini bu durumun ülkemiz için büyük bir gıda güvenliği sorunu ve ekonomik kayıp yarattı. -Türkiye’de 1988 yılında toplam işlenen tarım alanı 24.7 milyon hektarken, 2007 yılında bu sayı 21.9 milyon hektara indi.
Hayvan sayısının hızla kayboldu. Et satışının % 50’sini kayıt dışı yani kaçak olduğu ve bunun öne geçilemedi. Türk çiftçisinin birkaç kalem dışında ürettiği tarımsal ürünlerden kar yapamıyor. Hatta zarar edip tefecilere, bankaya olan borçlarını ödeyemeyecek durumda. Siz çiftçinizin elindeki ürünü yok pahasına sattırırken, tarladan satışı tarım ürünleri fiyatları birkaç yılda artış göstermezken, tüccarın, komisyoncunun alıp sattığı tarım ürünlerinde 2009 yılı rakamlarıyla senede % 22.7 artış oldu. Bu fark çiftçinin değil aracıların cebine gitti.
Ülke tarımının can damarı özellikle tohumlar, zirai ilaçlar, hayvansal yemler mazot gibi tarımsal hammadde ithalatındaki artış oldukça tehlikeli boyutlara ulaştı. Tohumda, özellikle sebze ve yağlı tohumlarda dışarı bağımlı hale geldik. Çiftçiden esirgenen teşvik dışarıya kat kat fazlasıyla tarımsal ham madde ödemelerine gitti. Ülke çiftçisisin tüketici değil üretici sınıfında olmasına rağmen üreten çiftçinin kullandığı mazottan hükümet % 37  Özel Tüketim Vergisi {ÖTV}  %15’de KDV alıyor. Bunun yanında pırlanta,yakut, zümrüt, topaz safir, inci, gibi değerli taşların kısaca lüks tüketim mallarının KDV’si sıfır. Halbuki,27 Ekim 2002 tarihinde Balıkesir mitingini telekonferansla yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
mazot fiyatlarını indireceğini, ÖTV'yi kaldıracağını söylemişti. Sekiz yıl sonra (11.07.2010) aynı yerde miting yapan muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu sözün tutulmadığını hatırlattı. Çiftçiye, halka verilen sözlerin çoğunun tutulmaması Türk siyasetinde yeni değildi 
Elektrik Santrallerine gelişigüzel izin verilmesiyle, 2003 tarihli 4957 sayılı Turizm Teşvik Kanunu, 2004 tarihli 5177 sayılı Maden Yasası, 2006 tarihli 5553 sayılı Tohumculuk Yasası ile, nasıl doğal tohumlarımızın ticareti yasaklandı. Doğanın, ormanların katledildi. Ekilebilir topraklar üzerine binalar yapıldı. Ülke  küresel güçlerin açık bir sömürüsü haline getirildi.
TÜRK ÇİFTCİSİ ÖZEL BANKALARA TEFECİLERE NASIL SOYDURULUYOR.

Türkiye’de çiftçinin çoğunun elinde çoğunlukla hisseli tapular olduğundan ve daha diğer bir çok bürokratik engellerden dolayı ÇKS denilen Çiftçi Kayıt Sistemine kayıt olamadığından ne bankalardan tarım kredilerinden ne de devletin teşviklerinden faydalanamamaktadırlar. Tarım Kredi Kooperatifleri bile kredi vermek için yalnız kooperatife üyelik değil ÇKS talep etmektedirler. Hükümet yetkililerine sorarsanız çiftçinin büyük kesimi ÇKS üye olmuştur. Gidip çeşitli Ziraat Odaları kayıtlarına bakarsanız çiftçinin büyük çoğunluğunun ÇKS’ye üye olamadığını göreceksiniz. Bu gündeme getirilmeyen büyük bir problemdir.
Bir çiftçinin bankalardan kredi talebi sırasında bir çok bürokratik engellerle karşılaşır. Türk bankacılık sektörünün verdiği kredi miktarı içinde tarıma giden yalnız %4’dür. Bu tarım sektörünün finans piyasasından ne ölçüde dışlandığının en belirgin örneğidir. Çiftçiye kolay ve uygun şartlarda kredi vermesi için kurulan Ziraat Bankası ise son yıllarda esas işlevinden uzaklaştırılmıştır. Ziraat Bankası topladığı mevduatın % 10’dan aşağısını çiftçiye kredi olarak vermekte topladığı mevduatla çiftçiyi finanse edecekken Devlet Tahvili, Hazine Bonosu alarak devleti finanse etmekte, devletten aldığı faizle 2009 yılında 3.5 milyar TL’lik rekor kar yaptım diye övünmektedir. Devlet eliyle yaratılan bu bozuk sistem tarıma destek değil köstek olmakta, ürününü üretmek, tarımsal girdi satın almak için para bulmaya çalışan çiftçiyi yüksek faizle tarımsal kredi veren, çiftçinin tarlasını ipotek eden özel bankaların tefecilerin eline düşürmektedir.   
          
Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası, çiftçimize yüzde 7-13 arası faizlerle kredi veriyor. Bu tür krediler diğer bankalarda yüzde 25-35 arasında değişiyor. Bu durumu çiftçimiz gayet iyi biliyor, fakat gerektiği gibi faydalanamıyor. Bu yüzden büyük faizlerle özel yabancı bankaların ve tefecilerin eline düşüyor. Çiftçinin çoğu şu anda haciz kıskacındadır.
TARIMA TEŞVİK REZALETİ

 Tarım Kanununa göre çiftçilere ödenecek destek, gayrisafi milli hasılanın yüzde birinden az olamaz. 5488 Sayılı Tarım Kanununun 21. Maddesi'ne göre Tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz Oysa 2009 yılında çiftçiye gayrisafi milli hasılanın sadece binde dördü oranında destek ödendi. Diğer bir deyimle Maliye Bakanlığı verilerine göre ise 2009 yılında çiftçiye gayrisafi milli hasılanın sadece yüzde 0, 4'ü oranında destek ödendi. Bu rakamda kitap üzerinde bir çok bürokratik engelden dolayı aslında çiftçi milli hasılanın binde dördünü bile alamadı.
Tarımsal teşvikler hep geç ödenir. Çiftçi bu teşvikleri bazen bir sene geç ve bölünmüş şekilde alır. Çiftçinin bütün hesabı kitabı şaşar borç faizleri katlanır. Türkiye’de bütçenin % 2.6’sı zirai teşvik için ayrılıyor. 2009 bütçesinin % 32’sinden fazlası borç faizi ödemelerine gitti.

Devlet çiftçiye senede ortalama $3.5 milyar civarında teşvik vermektedir. Bu teşvik de bir sürü bürokratik engeller, tapulardaki sorunlar ÇKS’ye üye olamama yüzünden tam olarak çiftçiye ulaşmamakta, teşvik ödemelerinin ne zaman yapılacağını da ne çiftçi ne devlet bilmemektedir.
Avrupa Birliği’nde ki çiftçi sayısı aşağı yukarı Türkiye ile aynı olmasına rağmen AB’nin senede çiftçisine verdiği teşvik yaklaşık $65-70 milyar civarındadır. ABD 5 milyon çiftçisine 26 milyar doları resmi kanallarla ödemiş dolaylı yollardan bu Teşvik 40 milyar doları bulmuştur. AB ve ABD çiftçileri teşviklerini zamanında almaktadırlar. Böyle haksız bir rekabette Tük tarımı ve çiftçisinin uzun müddet dayanması çok zordur.
HAYVANCILIĞI NASIL YOK ETTİK

Türkiye nüfusu 1990 yılından bu yana yüzde 26,9 artarken, hayvan varlığı yüzde 33,7 oranında azaldı. Besicilikten kâr edemeyen çiftçiler hayvanlarını kesime gönderdi. Özellikle damızlık hayvanların kesilmesi sektöre büyük darbe indirdi. Et ve süt üretimi ciddi şekilde azaldı. 2009 kırmızı et fiyatlarının, küçükbaşta yüzde 80, büyükbaşta ise yüzde 35 oranında artmasında, hükümetin yanlış politikaları, spekülasyon yapılması dışında yaşanan kuraklık ve imkansızlıklar, canlı hayvan sıkıntısı  sonucu kesilen damızlık hayvanların önemli rolü var.
Türkiye’de büyükbaş hayvanı (sığır ve manda) olan tarımsal işletmelerin, büyükbaş hayvan sayısına göre yüzde 59,7 ile 1-4 baş hayvanı olan işletme büyüklüğü grubunda. Görülüyor ki ülkede hayvancılık yapan çoğunluğun elinde ortalama 1-4 baş hayvan var. Avrupa'da bir işletmede 40 inek var Türkiye'de 1 ile 4 inek. Dört inekle, kışı uzun, verimsiz coğrafyada bir aileyi geçindiremezsiniz. Şimdi sıkı durun Türkiye’de 5 ve üzeri büyükbaş hayvanı olana teşvik veriliyor. Bunun yanında hayvanların Türk-Vet ve soy kütüğüne kayıtlı olması, örgütlü üretici olması, tüm aşıların yaptırılmış olması gibi talepler var. Ülkede çok az hayvan yetiştiricisi bu şartlara haiz.  Sanki gizli bir el Türkiye’de tarım ve hayvancılığı yok etmeye çalışıyor.
Tarım Bakanı Mehdi Eker 11 Şubat 2010’da katıldığı Tarım Zirvesinde yeteri kadar besi hayvanımız var, et ithali yapmayacağız suni fiyat arttıranlar et ithalatını unutsun (12.02.2009) diyen Tarım Bakanlığı Başbakan’ın emriyle Haziran 2010’da et fiyatını bahane ederek hayvancılık sektörünü tamamen ithalata açtı. Yerli üretimi, hayvan varlığını artırmak, hayvancılık desteklerini akılcı kullanmak yerine, işin kolaycılığına kaçarak içine düştüğü darboğazı ithalatla aşmaya çalışıyor. Fakat bu iç piyasada hayvancılığa ve Türk tarımına yapılan en büyük darbe olacak.
İktidar kentlere kentler ise kırsala muhtaçdır. Kırsal bölgede tarım ihmal edildiği an bütün sistem çöker. İşte Türkiye’de tarım ve çiftçinin yok edilme sürecine sokulması ile ülke kısmen bu çöküşü ve çözülmeyi yaşamaktadır. Tarımsal konuları temel almadan, global tarımsal politikaları anlamadan Türkiye’de ki Meselelere Hiçbir Zaman Kalıcı Rasyonel Çözümler Getirmek Mümkün Değildir
İsmail Tokalak

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.