TÜRKİYE’NİN ATEŞLE İMTİHANI
Türkler son ve büyük ateşle imtihanını Kurtuluş Savaşı’nde 20. yüzyıl başında verip başarıyla çıkmışlardı. Genç Türkiye Cumhuriyeti de bu zorlu imtihandan sonra ortaya çıkmıştı.O dönem düşman belli, hedef belli kimle savaşılacağı belli idi. Bu hedeflere karşı vizyonu geniş, hedeflerini çok iyi bilen çağın gerçeklerini kavramış bir lider ve hayatlarını tehlikeye atarak girdikleri mücadele karşılığında hiçbir şey beklemeyen vatansever sivil-subay kadroları, askerler ve halk sayesinde savaş kazanılmıştı.
Çağdaşlaşmanın, kadın haklarının, ortaçağ karanlığından çıkışın, modern eğitimin din ile devlet idaresinin ayrılarak dinin ibadet ve inanç alanında koşullannarak çağdaş adalet sisteminin, demokrasinin temelleri bu imtihanın başarıyla çıkılmasından sonra atıldı.
600 küsür yıl padişahın kulu olduğunu zannedip, sultanlık idaresi dışında bir sistem tanımayan %90’ı cahil{1927 nüfus sayımı %87.3} ve koyu kaderci inanca sahip, bir kısmı ağa, şıh baskısı ve tarikat babalarının dizi dibinde Ortaçağ düzeninde yaşayan kitlenin birden çağdaş yaşama geçişi kolay olmayacaktı, olmadı da.
Büyük Osmanlı İmparatorluğunun Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı miras %90’ı okuma yazma bilmeyen halk idi. Türkiye uzun yıllar bu kötü mirasın düzeltilmesi için mücadele etti fakat çağdaşlık anlamında bu konuda tam olarak başarılı olamadı. Koyu gelenekçi kitleye verilen belli ölçüde eğitim kemikleşmiş düşünceleri tam olarak değiştiremedi.
Eğitimsizlik oranı kadınlar arasında daha çoktu. İmparatorluk kadınlar başta olmak üzere halkın eğitimi konusunda hiçbir çaba göstermemişti. Osmanlı kendi işine yarayan saray çevresi, din adamlarını ve bürokratlarını eğitmişti. Halkı yalnız tarımsal üretim yapan ve vergi alınan başlar olarak gördüğü için onu eğitim konusunun dışında bırakmıştı.
Osmanlının kategorisinde resmi yazışmalarda halk reaya’ydı yani osmanlıca ifadesiyle sürü idi. Halk Türkiye Cumhiriyeti’nde sürülükten çıkıp birey, vatandaş oldu. Okumayan, soruşturmayan, araştırmayan, çağının gerçeklerini anlamak istemeyen, dış dünyaya kapalı belli bir kesimde kendi inandığı görüş, inanç, ideoloji ve yönetimin kayıtsız şartsız sürüsü olma isteğini kısmen de olsa devam ettrimek istedi.
Belli gruplar arasında Türkiye Cumhuriyetinin getirdiği yapısal değişmeye tepkileri oldu. Bu tepkiler çeşitli şekil ve biçimlerde hala devam etmektedir.
21.yüzyılın başlarına geldiğimizde ülke dışarıdan ve içeriden öyle bir sarılmış durum da ki bu sefer PKK terör örgütü dışında kalanları düşmanın hangi kategörisinde olduğunu tespit etmek oldukça zor. Ülke neredeyse açık, kapalı istihbaratın, casus savaşlarının, yanıltıcı bilgi ve çarptırmaların, bir odağı haline geldi. Neredeyse görünmez bir el bu ülkenin bir an evvel parçlanması ve zayıflayarak güçssüz dışa bağımlı bir ülke haline gelmesini istiyordu.
Türkiye 21. yüzyılın başında tekrar ateşle imtihan ediliyor. Bu sefer düşman bir tek noktadan gelmiyor. O kadar değişik hedeflerden o kadar değişik yöntemler uygulanıyor ki bu işi en iyi biliyorum diyen adamların ve uzmanların bile kafası karışıyor. Herkes birbirini suçluyor, halk bölünüyor, komplo teorileri ortada hiç olmadığı kadar çok üretiliyor. Bu sırada ülke esas meselelere yoğunlaşma yerine alakasız konulara odaklanarak devamlı güç kaybediyor ve kaybettiriliyor.
Burda en çok yıpratılan yargı, yargının bağımsızlığı ve ordu. Yargı yetersiz kadro, gereçler ve dışarıdan yapılan baskılarla çok zor şartlar altında çalışmak zorunda kalıyor. Ordunun ise maruz kaldı suçlanma, eleştiriler ve yargıya yansıyan davaları kamuoyuna yansıtma ve yöntem şekliyle oldukça yıpratıcı oluyor.
Demorolize edilmiş bir ordunun terörle mücadelesi, zayıflıyor ülkenin güvenliği risk altına giriyor.
Bunun yanında hükümet iyileştirme için yaptığı bir çok önemli uygulaması ters tepki veriyor, iyileşicekken durum daha kötü oluyor. Bu olumsuz gelişmeler yalnız Türkiye’de değil dünyada bile en olumsuz gelişmeler kategorisi içinde yer alıyor.
Küresel boyutta risk değerlendirmesi yapan Eurasia Group adlı kuruluşun Ocak 2010 da açıkladığı raporunda en riskli 10 olay sıralamasında Türkiye’deki gelişmelere de yer verilmiş. Değerlendirmede, ekonominin baş aşağı gitmesi nedeniyle seçmen desteğini kaybetmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yargıyla, sanayicilerle ve askerlerle amansız bir kavgaya tutuştuğu belirtiliyor. Ayrıca AKP’nin Türkiye’nin Kürt nüfusundan destek sağlamak için giriştiği açılımın başarısız olduğu ve bunun sonucunda AKP’nin, Kürtlerin desteğini kaybetmekle kalmadığı, doğan istikrarsızlık ortamında bazı Türklerin desteğini de kaybetme noktasına geldiği ileri sürülüyor.
Bu işin bir parçası. Esas kafaları karıştıran şu; askeri vesayete hayır fakat bize daha demokratikleşiyoruz diye sunulan uygulamalar acaba ülkeyi baskıcı tek parti rejimine gizli bir diktatörlüğe mi sürüklüyor. Çünkü demokrasi adına yapılıyor denilen uygulamalar metodoloji olarak pek demokratik kurallarla bağdaşmıyor.
Evet doğrudur askeri vesayet altında tam bir demokrasiden söz edilmesi mümkün değildir, fakat bağımsız olmayan ülkenin içinde yabancı ülkenin askerinin silahlarının koşullandığı yabancı bir devletin askeri üstün bulunduğu ülkenin de ne kadar bağımsız olduğu tartışma konusudur.
Özellikle bu askeri üstlerde ülkedeki haberleşmenin kolayca dinlenebileceği, sizin kontrolünüzde olmayan atom-nükleer başlıklı silahların koşullandığı, buranın bu yabancı ülkenin geçici de olsa mülkü sayıldığı, buraya giren çıkanın ve içinde ne olup bittiği tam olarak kontrol edilemediği yerde o ülkenin demokrasisi yabancı ülkenin ve ordusunun vesayeti altındadır.
Ben önce bir ülkenin hükümetinin ülkesine gerçekten tam bir demokratikleştirmeye kavuştutacaksa kendi askerinden şüphelenmesinden önce ülkesinin tam ortasında silahlarıyla koşullanmış belli bir dokunulmazlık kazanmış yabancı bir ordunun askerinden şüphelenmesini öncelikle onu kontrolü altına almasını ve ülkesinden kanuni ölçüler içinde çıkartmasını beklerim.
Benim şahsen eğer gerçekten bir hükümetin o ülkede demokrasi getirmeye çabaladığına inanabilmem için ülkeyi idare eden sivil güçlerin öncelikle kendi askerlerinin belli devlet sırlarını arşivlediği askeri kozmik odada inceleme yapmadan önce yabancı Adana İncirlik’teki ABD askeri üstüne girip oradaki gizli ve açık odalarda ne olup bittiğine oradaki gizli belge ve evrakları incelemelerini isterim. Sonra ellerine geçecek delillerle ne kadar antlaşma dışına çıkıldığını gördükten sonra yabancı bir ülkenin askeri üstünü bu ülkeden acil bir şekilde kaldırmalarını beklerim.
Bundan sonra eğer ordu da kanunsuz işlere karışmış sa demokratik kurallar içinde soruşturulması ve yargılanması gayet olağan bir durumdur. Buna kimsenin itirazı yok.Fakat bunun yanında öncelikle siyasilerin de dokunulmazlıkları kaldırılarak kanunsuz işlere bulaşmışsalar onlara da yargı yolunun açılmasını isterim. Bunu yapacak bir hükümetin ben gerçekten demokrasi istediğine inanırım. Yoksa dokunulmazlık zırhı içinde gerçek demokrasi arzulandığı iddiaları hep havada kalır, bugün olduğu gibi inandırıcı olmaz. Hep kendine müslüman olunur.
Türkün ateşle imtihanı öncelikle tam bağımsızlıkla, dışarıdan emir almamakla, dış borçla ülkeyi yönetmemekle, ülkedeki yabancı askeri üstleri kaldırmakla, komplo teoirleri ile uğraşmak yerine ordusuyla milletiyle bütünleşerek işssizlikle, ülkeyi yıkmak isteyen gizli va açık güçlerle savaşmakla olur.
Demokrasi havariliğine soyunmuş gibi etrafa intiba vererirken, dokunulmazlık zırhı altında saklanarak ortaçağ zihniyetindeki tarikatlerin bir ağ gibi ülkeyi sarmasına güçlerini, eğitim sistemi dahil her alanda yayılmasına göz yumarak, tek parti metodları uygulayarak orduyu hedef alarak, yanlış politikalarla işssizler ordusu yaratarak, Demokrasi savaşı, Türkiye’yi kurtarma savaşı verilmez.