2010 YILINDA BU POLİTİKALARLA DÜZE ÇIKARMIYIZ
Bu konuda ben size halkın bilmediği, pek ortaya konulmayan ve tartışılmayan ülkenin politik yanlışlarının çok önemli kısa bir profilini çizip hesabını önünüze koyayım siz karar verin.
Anlatacaklarım biraz teknik konular olacak fakat anlaşılması kolay herkesin anlayacağı bir şekilde ortaya koymaya çalışacam.
OECD verilerine göre Türkiye’de 2050 yılında nüfus 100 milyon civarında ve çalışma çağındaki nüfus {15-64 yaş} % 65’lerde olacağı için 65 milyon kişiye iş bulmak zorunda kalınacak. Şu anda çalışma çağındaki nüfus 50 milyon. Fakat işsiz sayısı bu rakam üzerinden hesap edilmiyor. Toplam iş gücü 24 milyon civarından hesaplanıyor. 2009 yılı başı hesabıyla kayıtlı işsiz 3.6 milyon kişi aslında bu rakam 5 milyonu aşmış durumda bir de kayıt dışı mevsimlik işçileri katarsanız toplam 10 milyona ulaşır. Türkiye’de kayıtsızlık oranı çok yüksek olduğu için doğru dürüst işsizlik rakamlarını bile hesap etmek çok zor.
OECD’nin verdiği rakamlara göre 2050 yılında ek olarak 15 milyon kişiye daha iş bulmak gerekecek Hazine Müsteşarlığı’nın hesaplarına göre bir kişiye istihdam yaratabilmek için 50 bin dolar civarında yatırım yapmak gerekiyor. Bu hesaba göre 15 milyon kişiye 750 trilyon dolar yatırım yapmak gerekiyor bu her sene 18 trilyon dolar yatırım demektir ki bunu en zengin ülke bile yapamaz. Günde 166 milyon dolar haftada 1 milyar dolar borç faizi ödemeyle normal bir yatırım bile yapamıyoruz.
Türkiye’nin 1999-2009 arasında 10 yılda yaptığı toplam yatırım 29 milyar dolar civarında. Bunun yanında 2008 yılında devlet yalnız 52 milyar dolar borç faizi ödedi.
Senede 52 milyar dolar borç faizi ödemek plansızlığın, hesapsızlığın getirdiği büyük bir israf ve kayıptır.
Mesela diğer bir plansızlık ve israf da Türkiye’nin yalnız ısınmak için senede 15-16 milyar dolar harcamasıdır. Bunun 7-8 milyar doları binalarda yeteri gibi yalıtım olmadığından ve verimsiz kullanıldığından dolayı sokağa atılıyor.
Sene 52 milyar dolar borç faizi vermesek ve yalnız ısındığımız enerjiyi verimli kullansak senede 60 milyar dolarımız çöpe gitmeyecek. Birde nüfus artışını ve bu artışın nasıl besleneceğinin hesap ve kitapları yapılmadığını ortaya koyarsanız hesapsızlık ve programsızlığın ülkeyi sürüklediği felaketin boyutlarının ne kadar büyük olduğunu görürsünüz.
2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Türk basınına yansımayan gerçek biri Almanya diğeri Macaristan olmak üzere iki şehrin daha 2010 da İstanbul ile beraber Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiydi. Bu iş için ayrılan bütçe 50 trilyon TL evet yanlış yazmadım.50 trilyon kısaca 33-34 milyar dolar. Hatta bunun üç sene içinde 700 trilyon olacağı bile telafuz ediliyor. Bunun için devlet hiç haberiniz olmadan ekstra vergiler koyuyor. Yani bunu siz biz finansa ediyoruz. Ya da metazori ettiriliyoruz. Ama paranın nereye gittiğini soruşturamıyoruz. Bizim gibi boğazına kadar borçlu bir ülkenin yatırıma, eğitime, sağlığa, toplu ulaşıma harcayacağı parayı alıp nereye harcandığı bilinmeyen bir oluşuma harcaması akıl işi değil.
Bu paranın nereye harcandığını tam olarak kimlere rant olarak sağlandığını, İstanbul’un gelişmesi için ne kadarının harcandığını hiçbir zaman öğrenemiyeceğiz.
Biz işi, kutlamaları oldukça abarttık çok önceden milyarlarca dolarlık tanıtım harcamalarına girdik. Bu harcamalarda bir çok şaibeler ortaya atıldı. Millet aç işssizken biz gösteriş için milyarlarca dolarları sokağa attık. Gösterişli kutlamalar yaptık.
Bu kadar güzel bir şehri çirkin binalarla ulaşımda yaşanan kaosla, yanlış belediyecilik ve şehircilik uygulamaları ile çirkinleştirdik. Kültür saraylarını yıktığımız, Avrupa’nın diğer büyük şehirleri ile mukayese edildiğinde kütüphane fakiri yaptığımız okuma özürlü olan bir milletin en büyük şehri nasıl Avrupa Kültür Başkenti olur.
Biz kendimizi aldatmaya bayılıyoruz. Medya da bu konuda en büyük amigo. Üretmiyoruz, yeni bilimsel buluşlara imza atmıyoruz, demokrasimizi eğitimimizi dünya standartlarında geliştiremiyoruz, dünyanın ilgisini çelecek sanatsal kültürel eserler veremiyoruz fakat İstanbul Avrupa Kültür Başkenti diye kendimizden geçiyoruz, dünya bize hayran palavralarıyla avunmaya devam ediyoruz. Bizim yaptığımız israfın, sokağa attığımız paraların, yanlış politikaların bize maliyeti de ayrı bir aymazlık örneği.
Sözde tarım ülkesi olmamıza rağmen bu kadar israfın ve yetersiz üretimin içinde bu aşırı nüfusu besleyecek yeterlilikte zirai üretimiz de yok. Eskiden vardı şimdi onu da elimizle yok ettik. Bundan dolayı ülke olarak dışarı daha bağımlı olacağımız gibi daha çok fakirleşeceğiz. İşsizlerin yaratacağı ekonomik ve sosyal kaos da ayrı bir toplumsal patlama riski ve tehlikesi getirecek.
Bu konuda acil hesap kitap ve program yapıp önlemler almalıyız.
Peki biz ne yapıyoruz. Önce politikacılar sabah akşam ekranlar karşısında devamlı ipe sapa gelmeyen konularda boş laflar üretip birbirleriyle boş çekişme içindeler.
Ülkeye çıkış yolu gösterecek bir toplum mühendisleri yok. Olsada onları kimse dinlemiyor. Dış güçler politikacıların ellerine reçeteler verip bunları uygulatıyorlar.
Alternatif olmayınca Avrupa Birliği’ne bir üye olsak da bizi AB kurtarsa diye AB kapılarında bekleyip kendimizi küçük düşürüyoruz. AB’nin gerçek yüzünü ve neden bizle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını bir dahaki yazım da rakamlarla anlatacam.
Son kurtuluş alternatifi de tekrar IMF’den para almak. Siz ülkenin kalkınması için bir şey üretmezseniz, ailesinin geçimini sağlayamayan müflis gibi mahallenin tefecisine başvurmak zorunda kalırsınız. Global tefeci, küresel sömürü baronların maşası IMF’den para alanların çoğu iflah etmemiştir.
IMF parayı vermeden önce pazaraların gelişmiş ülkelerin mallarına daha da açtırır, seni dış ülkelere daha da bağımlı kılacak tedbirleri aldırttıktan sonra parasını faiziyle geri alır.
IMF’den para almak çözüm değil bu şartlar altında ülkeye felaket getirir. Neden?
Alacağınız para en az 20 milyar dolar ve üstü. IMF ile anlaşılıyor lafları bile dövizin düşmesine neden oluyor. Döviz düşecek ya da sabit kalacak, borsa yükselecek iki üç yönlü sömürü oyunu işleme konacak
1- Borsa yükselmesiyle % 70’den fazlası yabancının elinde olan borsadan yabancı sermaye kazançlı çıkacak
2- Sıcak para getirip Türk parasına çevirip faize yatıranlar dövizin de düşmesinden faydalanarak üzerlerine faiz aldıkları parayı tekrar dövize çevirerek katlamalı kazanıp ülkeyi yatırım yapmadan sıcak parayla kolayca soyacaklar.
3- Zaten gereğinden fazla değerli TL daha da değerlenecek. TL nin yüksek olması ve
dış talebin daralmasından dolayı ihracatta zorlanan ihracatcının durumu çok daha kötü olacak. İhracat ve ihracat gelirleri daha da düşecek. Biz yine borç para arayacağız.
Tabi iş bununla da bitmiyor. Dış güçlerin de istediği bu. TL nin daha fazla değerlenmemesi için Merkez Bankası büyük miktarda döviz alımına girecek. Merkez Bankası 2009 yılında 2.6 milyar dolar döviz alımı yapmış.{Alış toplam $ 3.5 milyar. Satış toplam $ 0.9 milyar/$900 milyon farkı}[1] Muhtemelen 2010 yılında daha fazla yapıcak. Peki Merkez Bankası kasasında toplam $ 74 milyar civarında kendisinin olmayan ihracat fazlasından gelmeyen borç alınan oldukça pahalıya mal olan döviz var. Bu yüksek miktarda döviz kullanılmayan her gün ülkenin elini yakar. Merkez bankası elinde bulunan kullanamadığı milyarlarca dolarlık bu dövizleri ne yapacak.
Merkez Bankası kasasında milyarlarca dolar dövizi fazla atıl tutamaz bu miktarın yüzde 30-40’ını gidip % 3-3.5’dan ABD Hazine Tahvili alacak IMF’den ve sıcak parayla gelen Merkez Bankasında’ki dövizler faizleriyle beraber Merkez Bankası’nın Kısaca Türkiye Cumhuriyeti’ne ve halka faiziyle bereber senede % 10-15’lere mal olmaktadır bunu bir kısmını gidip ABD Hazine Tahvili alınması ABD ucuz kredi imkanı sağlarken bizi daha da batıracak.
ABD bir eliyle verdiğini diğer eliyle daha hesaplı şekilde geri alıyor. Amerikanın dış ve iç borçlarından dolayı günde evet yanlış yazmıyorum günde 2 ile 2.5 milyar dolar arası borç para bulması lazım. Bunun iki yolu var ya karşılıksız dolar basıyor. Ya da Hazine Tahvili ihraç ediyor. En büyük müşterisi Çin ve Japonya fakat onların elindeki döviz ihracat fazlası bunu faizle borç almıyorlar. Üstelik ABD Hazine Tahvili alıp üstüne faiz de alıyor. Bizim Merkez Bankasındaki döviz birikimimiz bizim paramız değil borç aldığımız veya sıcak para.
Çünkü bizim 2008 yılı itibariyle 69.8 milyar dolar olan dış ticaret açığımız 2009’da 38 milyar dolar civarında {2009-ithalat $138 milyar İhracat $ 100 milyar civarı.} Türkiye’nin Rusya, Çin, ABD ve Almanya’ya karşı verdiği açık, Türkiye’nin dış ticaret açığının yüzde 98.4’ünü oluşturuyor. Bu hesaba göre bizim Merkez Bankamızın kasaları tam takır olması lazım Merkez Bankası kasalarında söylediğimiz gibi $ 70 milyarın üzerinde sıcak döviz var.
Belki okuduklarınıza inanmıyacaksınız fakat Merkez Bankası Ekim 2009 tarihi itibariyle
Elinde kullanamadığı dövizlere gitmiş senelik % 3-3.5 faizle $ 30.4 milyar dolarlık ABD Hazine Bonosu/Tahvili almış. {Bak: //treas.gov/tic/mfh.txt} Merkez Bankası veya hükümet yetkililerine soralım bu $ 30 küsür milyar kendilerine faizlerle kaça mal oluyor.
Biz hala IMF’den para almaya çalışıyoruz. Yapılan şeyler akıl alacak gibi değil.
Şimdi size ben soruyorum ülkeyi daha çok kaosa sürükleyecek bu yanlış politikalarla bu ülke 2010 da düze çıkar mı?